22 Şubat 2012 Çarşamba

  (06.06.2011 / 08:03)
  Her zamankinden daha az sıkıcı olmayan bir Pazartesi sabahıydı, haliyle kalkmam epey zor oldu çünkü saat 8 benşm için erken bir saatti.Yüzüme biraz soğuk su çarptıktan sonra odamın büyük penceresinden güzel sabah güneşini birkaç dakika seyrettim ve eşofmanlarımı çıkarmadan aşağı ofise indim (Ofisin en sevdiğim yönü hemen evimin altında yer almasıydı).Bu ofisi 6 ay önce üniversitede araştırmaya elverişli olmadığı için açtık ama üniversitede bağımsız değildik tabi ki (Asıl sebeb elverişsizlik değil sürekli rahatsız eden öğrencilerdi).Ofise girdiğimde Burak ve Onur bu günlerdeki inanılmaz enerjileriyle yine laboratuvara girmişler ve bilgisayarlardan birinin başında oldukça derin bir tartışmaya girmişlerdi ve geldiğimi farketmediler.Onları rahatsız etmeden Profesörün koltuğuna yerleştim,15 dk kadar uyukladıktan sonra üzerimdeki uyku ağırlığını tamamen atmak için Profesörün özel kahve koleksiyonundan büyük bir fincan oldukça kaliteli mocha kahvesi koydum (Profesörle bu konuda birbirimizi tamamlıyoruz o harika bir koleksiyoner ve bende kafein bağımlısıyım).
   Fincanı bitirdikten sonra bizimkilerin neyi tartıştıklarını öğrenmek için laboratuara girdim.Girdiğimde beni farketmediler ve yarım saat geçmesine rağmen oturma pozisyonları bile bozulmamıştı ve hala bilgisayar ekranına bakıp arada birbirlerine birşeyler söylüyorlardı.Onur sandelyedeydi ve mause onun elindeydi,Burak ise masaya hafifçe yaslanmış ekrana bakıyordu.O anda aklıma bir hinlik geldi, yavaş ve sessizce arkalarından yaklaştım o sırada Burak Onura seslenmek için eğilmişti,işte tam şimdi sırasıydı aralarına biraz daha sokulup bağırmaya hazırlanırken bilgisayar ekranı gözüme takıldı,ekranda elimize bir kaç gün önce ulaşmış ve  bizim Profesörün bizzat katıldığı bir kazıdan getirdiği taş tabletin 3 boyutlu modeline bakıyorlardı.Biraz aralarına sokuldum ve idealist genç öğretmenlerin gür sesiyle "Günaydım !!!" diye bağırdım.Sesim tam 50 metrekarelik koca laboratuarda yankılanınca,Onur korkudan oturduğu sandelyeye gömülmeye çalışır gibi irkildi, Burak ise dengesini kaybetti ve neredeyse düşüyordu ki masaya tutundu(Bana küfürler saydırırken ki yüz ifadelerini düşündükçe hala kahkaha atasım gelir ).
   Bizim "İkiz dingiller"(Profesör öğrenim hayatları boyunca beraber oldukları için böyle der onlara) kendilerine gelip küfürlerini bitirdikten sonra kendime bir tabure çektim.Onlarda yerine oturduklarında Burak bişey  hatırlamış gibi ayağa kalktı ve hala uyku akan kan çanağı gözleriyle bana baktı "Seni bekliyordum çünkü şu tableti incelemen gerekiyor neden yapıldığını çözemediğimiz bir çıkıntı var" tabletin tam tüm üst kenarında dikdörtgen prizmatik şekli boydan nerdeyse eşit iki parçaya ayıran bir sarı renkli granit tabletin üzerinde daha koyu renkli çıkıntı çabuk belli oluyordu.Tablet ile aynı tür taş olmadığını anlamak güç olmadı zira bu bir haş değil daha yumuşaktı alçı gibi bir sıva malzemesiydi.
  Onur bilgisayrın başından kalkıp dışarı çıktığında Burak ve ben hala tableti inceliyorduk. birkaç dakika sonra omzuma bir el dokundu, Onur olduğunu düşünüp hiç bakmadan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder